T.C. Mİllî Eğİtİm BakanlIğI
İSTANBUL / GAZİOSMANPAŞA - Mevlana Anadolu Lisesi

BİRKAÇ HİKAYE

 

 

FISILTI VE TUĞLA

 

 

Genç ve başarılı bir yönetici, yeni Jaguar´ıyla bir mahalleden hızlı bir şekilde geçiyordu. Park etmiş arabaların arasından yola aniden çıkabilecek çocuklara dikkat ediyordu ve bir şey gördüğünü sanarak yavaşladı. Arabayla caddeden yavaşça geçerken hiç bir çocuk göremedi fakat, arabasının kapısına bir tuğla atıldığını fark etti. Aniden arabasını durdurarak tuğlanın fırlatıldığı yere geri döndü. Arabadan indi, orada bulunan küçük bir çocuğu tuttu ve onu park etmiş bir arabaya doğru iterek bağırmaya başladı; "Bunu neden yaptın? Sen de kimsin, ne yaptığının farkında mısın?"  İyice sinirlenerek devam etti: "Bu yeni bir araba ve atmış olduğun bu tuğla bana çok pahalıya malolacak. Bunu neden yaptın?"
Çocuk yalvararak cevap verdi:
"Lütfen efendim. Çok üzgünüm ama başka ne yapabilirdim bilmiyordum. Eğer tuğlayı fırlatmasaydım kimse durmazdı"
Park etmiş bir arabanın arkasına işaret ederken çocuğun gözyaşları çenesine süzülüyordu.
"Kardeşim kaldırımın kenarından yuvarlandı ve tekerlekli sandalyesinden düştü, ben onu kaldıramıyorum. Lütfen onu tekerlekli sandalyesine oturtmam için bana yardım eder misiniz? Benim için çok ağır."
Bu durumdan son derece duygulanan genç yönetici, boğazında büyüyen yumruyu zar zor da olsa yutkundu. Yerdeki genci kaldırarak, tekerlekli sandalyeye geri oturttu.
Mendiliyle, çizik ve yaraları sildi ve adamın ciddi bir yarası olup olmadığını kontrol etti.
Küçük çocuk, genç yöneticiye dönerek
"teşekkür ederim efendim, Allah sizden razı olsun" dedi.
Genç yönetici, küçük çocuğun, ağabeyini kaldırımdan evine doğru götürmesini izledi.
Bulunduğu yerden arabasına geri dönmesi oldukça uzun sürmüştü. Uzun ve yavaş bir yürüyüştü.
Genç yönetici, kapıyı hiç tamir ettirmedi. Kapıda oluşan çöküğü, hayatını birisinin kendisine tuğla atmasını gerektirecek kadar hızlı yaşamaması gerektiğini hatırlatması için öylece bıraktı.
Allah, ruhunuza fısıldar ve kalbinize konuşur. Bazen, dinleyecek kadar zamanınız olmadığında ise, size bir tuğla fırlattırır. İster fısıltıyı, ister tuğlayı dinleyin.

Tercihi siz yapın...

 

KOZA VE KELEBEK

 

Bir gün, bir kozada küçük bir delik açıldı ve bir adam, bedenini bu küçücük delikten çıkarmaya çalışan kelebeği saatlerce seyretti.
Sonra, kelebek sanki daha fazla ilerlemek istemiyormuş gibi durdu. Sanki, ilerleyebileceği kadar ilerlemişti ve artık daha fazla ilerleyemiyordu.  Ve adam, kelebeğe yardım etmeye karar verdi. Eline bir makas aldı ve kozayı keserek deliği büyüttü. 
Kelebek kolayca dışarı çıktı.
Fakat bedeni kocaman ve kanatları kuru ve buruşuktu. 
Adam, kelebeği izlemeye devam etti, çünkü zamanla kanatlarının büyüyüp bedenini taşıyabilecek kadar genişleyebileceğini umut ediyordu. 

Fakat bu olmadı! 
Gerçekte, kelebek ömrünün geri kalanını o kocaman bedeni ve kuru, buruşuk kanatları ile etrafta sürünerek geçirdi. Uçmayı hiç başaramadı. 

Adamın bu aceleci iyiliği içinde anlayamadığı, bu kısıtlayıcı kozanın ve kelebeğin o küçücük delikten dışarı çıkmak için verdiği mücadelenin, kelebek için  gerekli olduğuydu, çünkü bu, Allah´ın, yasam  sıvısının kelebeğin bedeninden kanatlarına doğru akmasını sağlamak için bulduğu yoldu, böylece kelebek kozadan kurtulduğu anda uçmaya hazır olabilecekti. 

 Bazen mücadeleler, hayatımızda tam olarak gerek  duyduğumuz şeylerdir. Eğer Allah ,  hayatımıza hiçbir  engelle karsılaşmadan devam etmemize izin verseydi sakat kalırdık. Simdi ve daha sonra olabileceğimiz kadar güçlü olmazdık.  Asla uçamazdık.

 

 

 

 

 

 

 

BALTALARI BİLEMEK

 

Bir ormanda iki kişi ağaç kesiyormuş.

Birinci adam sabahları erkenden kalkıyor, ağaç kesmeye başlıyormuş, bir ağaç devrilirken hemen diğerine geçiyormuş. Gün boyu ne dinleniyor ne öğle yemeği için kendine vakit ayırıyormuş. Aksamları da arkadaşından bir kaç saat sonra ağaç kesmeyi bırakıyormuş. İkinci adam ise arada bir dinleniyor ve hava kararmaya başladığında eve dönüyormuş. Bir hafta boyunca bu tempoda çalıştıktan sonra ne kadar agaç kestiklerini saymaya başlamışlar.
Sonuç: İkinci adam çok daha fazla ağaç kesmiş Birinci adam öfkelenmiş: "Bu nasıl olabilir? Ben daha çok çalıştım. Senden daha erken ise basladım, senden daha geç bitirdim. Ama sen daha fazla ağaç kestin. Bu isin sırrı ne?"
İkinci adam yüzünde tebessümle yanıt vermiş:
 "Ortada bir sır yok.. Sen durmaksızın çalışırken, ben arada bir dinlenip baltamı biliyordum. Keskin baltayla, daha az çabayla daha çok ağaç kesilir."
"Kendimizi geliştirmek, baltamızı bilemektir. Kendimize zaman ayırıp, yaşamımızı objektif bir bakışla gözden geçirmektir. Zayıf bulduğumuz alanlarımızı geliştirmek için caba göstermektir. Bu, zihnimizin, ruhumuzun, karakterimizin güçlenmesi için olmazsa olmaz bir koşuldur.

Delhi'deki ünlü tapınakta Sokrat'ın su sözü yer alır: "İnsan Kendini Tanı."

 Kendini tanımak, su anda olduğumuz noktayla olmak istediğimiz nokta arasındaki yoldur. Kendini tanımak, kendimizi nasıl gördüğümüz ile başkalarının bizi nasıl gördüğü arasında fark olmaması anlamına gelir.

Yaşamımızda başarılı, mutlu ve doyumlu olmak istiyorsak, baltamızı bilemek için kendimize zaman ayırmalıyız.

 

 

BİR GÜN ERMİŞLERDEN BİRİNE SORMUŞLAR;

 

-      Sevginin sadece sözünü edenlerle, onu yasayanlar arasında ne fark vardır?

-       "Bakin göstereyim'' demiş, ermiş.

Önce sevgiyi dilden gönüle indirememiş  olanları çağırarak onlara bir sofra hazırlamış. Hepsi oturmuşlar  yerlerine. Derken tabaklar içinde sıcak çorbalar gelmiş ve arkasındanda derviş kasıkları denilen bir metre boyunda kasıklar. Ermiş bu kaşıkların ucundan  tutup öyle yiyeceksiniz diye birde şart koymuş. Peki  demişler ve içmeye  teşebbüs etmişler. Fakat o da ne? Kaşıklar uzun geldiğinden  bir türlü döküp saçmadan götüremiyorlar ağızlarına. En sonunda bakmışlar beceremiyorlar, öylece aç kalkmışlar sofradan.

Bunun üzerine simdi demiş ermiş, sevgiyi gerçekten bilenleri  çağıralım yemeğe. Yüzleri aydınlık, gözleri sevgi ile gülümseyen ışıklı  insanlar gelmiş oturmuş sofraya bu defa. Buyrun deyince, her biri uzun boylu kasığını  çorbaya daldırıp, sonra karsısındaki kardeşine uzatarak içirmiş. Böylece her biri diğerini doyurmuş ve şükrederek kalkmışlar sofradan

-      İşte demiş ermiş,


*Kim ki gerçek sofrasında yalnız kendini görür ve doymayı, düşünürse, o aç kalacaktır. Ve kim kardeşini düşünür de doyurursa o da kardeşi tarafından  doyurulacaktır şüphesiz.


Şunu da unutmayın, gerçek pazarında alan değil, veren kazançtadır daima .

 

 

Paylaş Facebook  Paylaş twitter  Paylaş google  Paylaş linkedin
Yayın: 25.11.2016 - Güncelleme: 26.10.2021 14:55 - Görüntülenme: 8373
  Beğen | 0  kişi beğendi